Bizim yolumuz İman, İslâm ve Ahlâk-ı Muhammedî'yi aşılamaktan ibarettir.
Gâye: Rıza-î İlahîdir.
Vasiyetim olsun; tefrikaya düşmeyiniz. Kavmiyet gütmeyiniz. Ehli Sünnetin gayri olan yanlış yollara sapmayınız.

Maddî vücutların her ne kadar dünya hayatından ayrılmış ise de, mânevi tasarrufları, el'an tamamiyle ve kemâliyle devam etmektedir.


   
  seyyidler zinciri............ALTUN SİLSİLE
  tarihe yön verenler
 

SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN

İslam’da rüya bağlayıcı değildir. Yani rüyamda şunu gördüm veya şöyle gördüm dolayısıyla bunu böyle yapmalıyım diyerek o görülen rüyaya göre hareket etmek gerekmez. Lakin gören insan için önemli olabilir ve ona göre hareket edebilir. Nitekim geçmişte ve günümüzde böyle çok olmuştur. Hz. Yusuf’un rüyası gibi.

İşte sizlere hayatını ve mücadelesini yazacağım Süleyman Hilmi Tunahan da böyle bir rüyanın sonunda ihtimamla yetiştirilen bir insan.

Soyunun Fatih Sultan Mehmet Han’ın eniştesi İdris Efendi’ye dayandığı söylenen Süleyman Efendi, Silistre’nin Satırlı Medresesi’nde yıllarca müderrislik yapan Osman Efendi’nin oğlu olarak 1889 yılında dünyaya gelmiştir. Osman Efendi, İstanbul’da tahsil gördüğü sırada bir rüya görür. Rüyada, vücudundan kopan bir parça gökyüzüne çıkar ve etrafa ışıklar saçar. Bu rüyayı, soyundan gelecek bir evladının dünyayı manen aydınlatacağı şeklinde yorumlar. Evlendikten sonra da dünyaya gelen oğlu Süleyman’ı bu anlayışla büyütmeye çalışır.

Tahsili boyunca hiçbir fedakarlıktan kaçınmaz. Hocalık yaptığı Satırlı Medresesi’ne alarak ilk hocası olur. Ona talebesi olmasının dışında farklı bir ilgi gösterir. Hatta her yanına gelişinde ayağa kalkarak “Buyurunuz Süleyman Efendi oğlum.” dermiş.

 

Süleyman Efendi İstanbul’da

Satırlı Medresesi’nden sonra, Rüştiye’ye devam eden Süleyman Efendi’yi babası daha iyi tahsil görmesi için İstanbul’a gönderir.

Gönderirken de: “Oğlum! Usul-i Fıkıh ilmine iyi çalışırsan, dininde kuvvetli olursun. Mantık ilmine iyi çalışırsan, ilminde kuvvetli olursun.” demiş.

O zamanın şartlarına göre Fatih dersiamlarından büyük alim Bafralı Ahmed Hamdi Efendi’den icazetini alır. Daha sonra da aynı medresede hocalık (dersiam) yapmak için açılan imtihana katılır. Onu da başarıyla verdikten sonra, kadıların (hakimlerin) yetiştirildiği Medresetü’l-Kuzat’ın imtihanını da verir.

Artık o başarılı bir hoca konumunda bu durumunu sevinçle babasına haber verdiğinde, babası “Hüküm verme durumundaki insanların büyük mesuliyetini ve adaleti gerçekleştiremeyenlerin cehennemlik olduklarını” haber veren hadisi hatırlayarak oğluna: “Ben seni cehenneme gidesin diye İstanbul’a yollamadım.” der.

Babasının bu endişesine katılan Süleyman Efendi, kadılığı kazanmış olmasına rağmen, bu vazifeyi yapmaz, hocalığa devam eder. Bu vazifesini Cumhuriyet döneminde İstanbul Müftülüğü’nde sürdürmüş, camilerde vaazlar vermiş, vaazları bazılarını rahatsız ettiğinden, konuşmalarına da çok dikkat etmesine rağmen rahatsız edici tutumlara maruz kalmıştır.

 

Tutuklanma ve hapishane hayatı

Bir gün evinden alınarak 1. şubenin meşhur işkence merkezine konarak, dostlarıyla beraber üç gün süreyle işkenceye maruz bırakılır.

1939’da bu tutukluluk dönemi belirli periyotlarla devam eder. Nitekim 1957 yılında siyasi mülahazayı da dikkate alarak dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik tarafından düzmece bir mazeretle tekrar tutuklanması için karar verilir. Damadı Kemal Kaçar’ın da siyasetle meşgul olması, hakkında yapılacak suçlamalarda belirleyici olur.

Kütahya Emniyet Müdürlüğü’ndeki bol küfürlü ve işkenceli dramı, bayılmasıyla da sona ermez. Ayıltılıp tekrar aynı küfür ve işkence devam eder.

Süleyman Efendi’nin bütün bu çileler içinde en mühim faaliyeti Kur’an okutmak ve kurs açmak olmuştur. Bu halini her tutuklanmasında kendilerine şu şekilde ifade etmiştir. “Bu faaliyetim sadece müslüman çocuklarının dinlerini ve Kur’an’larını öğrenme hedefine yöneliktir. Devletin kanunlarına ve idaresine karşı bir maksadım yoktur.” demesine rağmen ölünceye değin hiç rahat bırakmamışlardır.

Dindar insanlara bir şey yapılmadığını söyleyerek gerçeği saklamaya çalışan zihniyet, hangi kaynaktan yararlanarak bunları söylüyor bilemiyoruz. Özellikle İnönü dönemi, bu ve buna benzer baskı ve zulümlerle doludur.

Süleyman Efendi, yüksek dereceli şekerden vefat ettiğinde 71 yaşındaydı. 1959 yılında vefat eden Süleyman Efendi için Fatih Camii Haziresine gömülmesi kararlaştırılmış, ama Demokrat Parti’deki dine karşı cephenin engellemesiyle bu karar gerçekleşmez, bunun yerine cenaze namazı Altunizade Camii’nde kılınarak Karacahmet Mezarlığı’na defnedilir.

 

Süleyman Efendi’nin yolu

Ortaya birşeyler koymaya çalışan her insanın lehinde ve aleyhinde çok şeylerin söylendiği ve yazıldığı bir gerçek. Süleyman Hilmi Tunahan için de aynı şeyler olmuştur.

Olumsuz söyleyenleri bir tarafa bırakırsak, olumlu düşünenler, onun yolundan gittiğini söyleyen kardeşlerim için bir şeyler söylemek istiyorum:

Hayatını Kur’an hizmetine vakfeden Süleyman Efendi, bir anne-babadan doğan, etten, kemikten olan, yiyen-içen bizler gibi bir insan. Bu insana olağanüstülükler atfederek uçurup-kaçırmak İslamî bir yaklaşım değildir. Eğer böyle bir nazarla değerlendirilecek olursa “masumiyet” atfetmek gerekir ki, bu da peygamberlerin sıfatıdır. Haliyle bunlar da hata yapabilirler. Öyle görmek, böyle anlamak gerekir.

Bu ifadelerim asla Süleyman Efendi’yi ve onun gibi insanları küçük göstermek maksadına yönelik değil. Onlar ki, bizim değil yapmamız, hayal ettiğimiz mücadeleyi gerçekleştirmiştir. Öyle ki, Kur’an okutmasına müsaade edilmeyen Süleyman Efendi, tren vagonlarında, yolcu gibi binerek talebe okutmuştur. Bütün bunlar az fedakarlık değil. Takdirle karşılıyoruz. Bu ifadelerden kasdım, müntesipleri (taraftarları) olan ve kendilerine “Süleymancılar” denen kardeşlerimin yaklaşımlarından dolayı böyle açıklamayı gerekli gördüm.

Çünkü aşırı tarafgirlik kişiyi taassuba götürür. Taassub ise gerçeği görmeye mani olur. Kendisinden (kendilerinden) daha doğru, sağlıklı çalışmanın olmadığı kanaatine götürür. Bu ise yanlıştır. En iyisi olmaya çalışmak, en asli vazifemizdir. Fakat bizler gibi çalışma yapan başkalarının varlığını da unutmamak gerekir.

Mesela Hoca Efendi’nin döneminde Kur’an için sarfettiği emek, gayret, mücadele, takdire şayan. Fakat daha sonraları durum değişmiş, yeni imkanlar ortaya çıkmış, İmam-Hatip Lisesi açılmış. Bunlara amansız tavır almaktansa biraz mühlet vermek, şayet iyi şeyler oluyorsa onları takdir etmek, onlarla bütünleşmek daha iyi olmaz mıydı? Maalesef bu yapılmadı. Aksi tavırlar alındı. Bu durum şimdilik eski katılığını korumuyorsa da kısmen kırıntıları var.

Tabiiki bu konuda o kardeşlerimize karşı da olumsuz tavırlar takınılmıştır. İmam-Hatip Liselerinin kuruluşuyla ilgili “Celal Hoca Kuşağı” isimli kitabı, bazı münakaşalar içinde “Son Devrin Din Mazlumları” isimli kitabı tavsiye ederim.

 

Süleyman Efendi’nin yoluna gelince...

1- Hayatını Kur’an eğitimine vakfetmiş, Kur’an’ı bilen ve yaşayan öğrenciler yetiştirmeye gayret etmiştir.

2- Ehl-i Sünnet yoluna bağlı olup yeni bir mezhep kurma çabası gütmemiştir.

3- Süleymancılık diye bir tarikat yoktur. Kendisi İmam Rabbani’ye bağlı Nakşî bir tarikat mensubuydu.

Süleyman Efendi, başlattığı Kur’an eğitimiyle şüphesiz bir çığır açtı. O çığıra sahip çıkacak talebeler yetiştirmek için yoğun çaba sarfetti. Bu yönü itibariyle ülkemizde canlı bir iz bıraktı. Yukarıda zikrettiğim hassasiyetleri de dikkate alaracak şekilde davranılırsa bu ekol, milletimizin gönül dünyasını zenginleştiren izler olacaktır.

 
  Bugün 3 ziyaretçi (7 klik) kişi burdaydı!

 

Gerçek Mürşid

Muhammed Bahâüddin Şâh Nakşibend (k.s.) Hazretleri buyurdular:


"Biz ilk zamanlar kendimiz aranan, başkalarını da arayan sanırdık. Yanılmışız; şimdi o görüşümüzden dönüyoruz. Gerçek mürşid, Allahü Teâlâ'dır. O, kimin içinde, bu yola (dinin özüne) karşı bir istek bulursa bize yolluyor. Bize gelince de, nasibi neyse, bizim yolumuzdan ona kavuşuyor."



Hakiki Mürşid

"Ağaç nasıl ki, gövdesinden değil de meyvesinden iyi anlaşılırsa, mürşid-i kâmil olan kişiler de, gösterişli zâhir hallerinden değil, meyve ve mensuplarından yani yetiştirdikleri kimselerin güzel hallerinden anlaşılır. Ve bu sûretle kendilerine tâbi olmak, mânevî feyzinden her hususta istifâde etmek câiz ve sahih olur. Şöhreti arşa çıksa, hakîki mürşidin misâli, meyvesidir." (Ebu'l Faruk k.s.)

 

 
 

silsileisaadat.tr.gg

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol