Bizim yolumuz İman, İslâm ve Ahlâk-ı Muhammedî'yi aşılamaktan ibarettir.
Gâye: Rıza-î İlahîdir.
Vasiyetim olsun; tefrikaya düşmeyiniz. Kavmiyet gütmeyiniz. Ehli Sünnetin gayri olan yanlış yollara sapmayınız.

Maddî vücutların her ne kadar dünya hayatından ayrılmış ise de, mânevi tasarrufları, el'an tamamiyle ve kemâliyle devam etmektedir.


   
  seyyidler zinciri............ALTUN SİLSİLE
  mektuplardan seçmeler
 
Standart Süleyman Hilmi Tunahan (Ks) Hazretlerinden 1

Gâye Rızâ-i İlâhîdir
„Şöyle düşünmeli:
"Yâ Rabbî, âciz kulunu Ümmet-i Muhammed'e hizmet etmeye muktedir kıl."
Eğer, "Yâ Rabbî, bana ilim ihsân et" derse, şahsî menfaate taalluk edeceğinden, rıza-i İlâhî'ye muvâfık olmaz. Zira her ilim sahibi bu ümmete hizmet etmiş değildir ve edemez. Bu itibarla da, rızâ-i Bârî'yi bulamaz. İlim ve cennet istemek, menfaat-i şahsiyedir. Gâye, rızâ-i Bârî olacak."

Günahlardan Kaçınmak Sıddîkların Kârıdır
„Bir azîz, "Hayrı, sâlih kimseler de fâcir kimseler de işleyebilir. Lâkin, günahlardan çekinmek sıddîkların kârıdır" demiş.
Bu yolda da, kötülüklerden kaçınmak, emirleri edâ etmekten daha ziyade terakkîye sebeptir"
Hakiki Mürşid
„Ağaç nasıl ki, gövdesinden değil de meyvesinden iyi anlaşılırsa, mürşid-i kâmil olan kişiler de, gösterişli zâhir hallerinden değil, meyve ve mensuplarından yani yetiştirdikleri kimselerin güzel hallerinden anlaşılır. Ve bu sûretle kendilerine tâbi olmak, mânevî feyzinden her hususta istifâde etmek câiz ve sahih olur. Şöhreti arşa çıksa, hakîki mürşidin misâli, meyvesidir.“


Haset
„Nefsin kuvvetli hastalıklarından biri hased olduğu gibi, şeytanın kuvvetli tasarruflarından biri de vesvesedir. Kur'an-ı Kerim'in, tertibinde hased ve vesvese ile nihayet bulması, bu işin ehemmiyetine işaret eder. Habis nefsin bütün arzuları menfaat olup, emel ve arzuların tavanı yoktur. Menfaatperest insanlar, nefsin köleleridir.
İmam-ı Rabbanî evlatları ise, şöyle düşünür: Herkes müslüman olsun, Hak yolunu bulsun. Bizden evvel cennete girsin. Zengin ve âlim olsun. Bizler de Hak yoluna hâdim olalım (hizmet edelim), derler."


Hatm-i Hâcegân
„Hatm-i Hacegân, Nakşî tarikatının büyük rükunlarından olup Cenab-ı Hakk'ın emriyle Hızır (a.s.) tarafından Hace Abdulhâlik Gucdüvanî Hazretleri'ne talim buyurulmuş olup bu zât tarafından vaz' ve te'sis kılınmış bir rükundur. Bu tarikatta Hace Abdulhâlik Hazretleri'nin zamanından itibaren bu rükun icra olmuş ve esbab-ı vusulün en mühimi olarak addedilmiştir.
Hatm-i Hacegân aslen ve fer'an kitab ve sünnetten çıkarılmıştır. Zira burada yapılan işler; Allah-ü Teâlâ'ya istiğfar, niyaz, Resulullah'a selat u selâm, tahmid ve Tevhid-i Hüda'dan, tilavet-i Kur'an-ı azimü'ş-şândan ibarettir. Bunları yerine getirmek ise teklifât, me'murât-ı ilahiye ve nebeviyyedir.
Binaenaleyh Hatm-i Hacegan, bid'at ve sonradan uydurulan bir şey olmayıp kitap ve sünnetin ahkam-ı ameliyesinden olup tarikatın büyük bir rüknüdür."


Her Şeyi Takdir Eden de Yol Gösteren de O'dur
„Cenâb-ı Mevlâ'yı zü'l-Celâl ve'l-Kemâl Hazretleri, Kur'ân-ı Kerîm'de, bizlere zâtını anlatırken, «O, takdir eden ve yol gösterendir.» (Sûre-i A'lâ, 1-3) buyuruyor.“
„Abdülvehhâb-i Şa'rânî hazretleri, Nil kenarında bu ayet-i celilenin tefsirini yazmak için düşünürken bakmış ki, bir zehirli böcek sür'atle Nil'e doğru gidiyor. Arkasını tâkip etmiş. Böcek, su üzerindeki kaplumbağanın sırtına binip karşı tarafa geçmiş. Sonra öteden koşup gelen bir yılanın boynuna atlayıp onu sokmuş. Yılan çaresiz çabalanırken oradaki ağacın altında yatmakta olan adam uyanmış. O sırada yılan da ölmüş. Dehşet ve hayret içinde kalan o adam, Şa'rânî Hazretleri hâdiseyi nakledince, Mevla'ya karşı vazifesinde kusurlu olduğunu itiraf etmiş. Şa'rânî Hazretleri de Allâhü zû'l-Celâl ve'l-Kemâl Hazretleri'nin nasıl takdir edip de hidâyet ettiğini gördükten sonra tekrar düşünüp, "Vallâhi ente kadderte ve hedeyte" (Vallâhi, sen takdir ettin ve sen yol gösterdin) deyip tefsirini yazmaya başlamış.“
Bu âyet-i kerîmenin tefsirinde, Fahreddîn-i Râzî hazretleri şu açıklamada bulunuyor:
„Âyetteki "kaddera" kelimesi, hem zâtları hem de sıfatları açısından bütün mahlûkâtı içine alıp her birinin kendilerine göre olduklarını ifâde eder. Dolayısıyla Cenâb-ı Hakk, gökleri, yıldızları, dört ana unsuru, madenleri, bitkileri, hayvanları ve insanları, belli bir yapıda, kütlede, cüssede ve büyüklükte takdir etmiştir. Yine her birisi için, bilinen bir müddet bekâ tayin etmiş; çeşitli sıfatlar, renkler, tadlar, kokular, yükseklikler, alçaklıklar, güzellikler, çirkinlikler, saâdetler, şakâvetler, hidâyetler ve dalâletler gibi şeyler takdir etmiştir. Nitekim bir başka âyet-i celîlede, «Her şeyin bizim nezdimizde hazîneleri vardır ve biz her şeyi, belli bir ölçü (miktar) ile indiririz.» (Sûre-i Hicr, 21) buyurmuştur."


Din ve Dünya Menfeati
"Dîni dünyaya âlet eden hocalar, halkı kendilerinden soğuttu. Bir şey alır da para vermez diye, esnaf bunlara yüz vermez ve kaçar hâle geldi. Siz öyle olmayın. Maddeyi mâneviyata karıştırmayın. Din hizmetleri sadece Allah rızası için yapılır."

Duâda Dikkat Edilmesi Gereken Bir Husus
"Büyükler, "Yâ Rabbî, bizi tahammül edemeyeceğimiz imtihana tâbi tutma" diye duâ ederler de, "Bizi imtihana sokma" demezler.
Zira imtihanda terfî-i derece var. Siz, "Yâ Rabbî, ben imtihan ehli değilim, beni imtihan etme, Habîbin iltimâsı ile, bizi bu âlemden imtihansız olarak göçür" diye dua edersiniz. "Allah imtihan ediyor" gibi sözleri aslâ konuşmamalı. Zira kim imtihan verebilir?"


Dünya Malı
"İnsan gölge peşinde koşmaz. Dünya gölge gibidir. Nasıl güneşe karşı gidilse, gölge seni takip eder, peşini bırakmazsa; güneşe arka çevirirsen, gölge öne düşer, ne kadar koşsanyetişip yakalamak kaabil olmaz. Hakka dönüp (gölge misâli dünyayı) kendine tâbi kılmalı.."

Emir Vermek
"Emir vermeye alışmayın. Ben vâlidenizden su dahi istemem. Emir vermekle sözün rûhu ölür. İhbar, emirden daha müessirdir. Misâl: "Benim oğlum sigara içmez değil mi?" gibi."

"Ene'l-Hak" Sözü
"Hallâc- Mansur'un "Ene'l-Hak" demesi "Ben hakkım" demek değil, "Ene ale'l-Hak: Ben hak üzereyim" mânâsındadır. Kur'ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerifte te'vilât yapıyoruz da evliyaullahın sözünü neden hüsn-ü te'vil etmiyoruz?"

Esmâü'l-Husnâ'dan „Tevvâb“ İsm-i Şerîfi
„Âyet-i kerîmede, «Ondan (Allah'tan) mağfiret dile. Muhakkak ki o, tevvâbdır (tevbeleri çok kabul edendir)» (Sûre-i Nasr, 3) buyuruluyor.
"Tevvâb", Hazret-i Mevlâ'nın sıfatıdır... Tâiblerin tevbelerini kabul buyurucu ve azâbından rahmetine dönücü mânâsınadır. "Tâib", (tevbe eden) kulun sıfatıdır. Zâhiren ve bâtınen isyandan ibâdete rücu' edici demektir. Bu itibarla mü'minler iki kısımdır.
Biri, tâiblerdir ki bunlar ehl-i cennettir. Diğeri, gayr-i tâiblerdir (tevbe etmeyenler) ki, onlar meşiyyet-i ilâhîdedirler. [Yani, Cenâb-ı Hakk dilerse azâb eder, dilerse cennetine koyar.]
Bu âyet-i celîlede Resûlullah Efendimiz'e «ve's-tağfirhü» (buyurularak) istiğfarla emir, emr-i imtina'dır; çünkü, Fahr-i Kâinat Efendimiz'den günah sâdır olmamıştır ve olmaz. Öyleyse mağfiretten murâd, ümmetidir; «ümmetin için mağfiret talep et» demektir."

„Fatiha-i Şerîfe'ye Nasıl Mânâ Verdin?“
„Halîfe Hârun Reşid'in kapıcısı, tefsir hazırlayıp halîfeden ihsan almak için gelen şahsa;
• Fâtiha-i Şerîf'e nasıl mânâ verdin? demiş.
Bu sual üzerine adam hemen uyanmış ve utanarak dönüp gitmiş.
Yani kapıcı, "Ara sıra halîfeden de yardım talep ederim, diye mi mânâ verdin?" demek istemiş. Halbuki Fâtiha-i Şerîfe'de, "Yalnız senden yardım talep ederim" deniliyor."



Standart süleyman hilmi tunahan (Ks) hazretlerinden

Bizim Vazifemiz Aşı Yapmaktır„Bizim vazifemiz aşı yapmaktır. Zorla ağaç meyve vermediği gibi insan da zorla irşâd olmaz. Zorla yapılan iş semere vermez. Aşı ise iki kısımdır.
1. Nûr,
2. Zulmet.
Zulmetin aşısıyla meşgul olanlar çok. Neticesi vahim olan bu işle başlarına bela bulanlar, sayılara sığmıyor. Biz nûr aşısıyla meşgûlüz. Ağacı, güzel meyve vermeye zorlayıp sopa ve balta ile vurulsa, altına ateş yakarak tehdit edilse, bozuk meyvelerini iyi yap, iyi çıkar, tenbih ve tehdidinde bulunulsa, hiç kâr etmez. Ancak aşılamak suretiyle meyvesi değişip, menfaat hasıl olur.“

• „Bizim yolumuz, imân, İslâm ve Ahlak-ı Muhammediyeyi aşılamaktan ibarettir.“
• „Bizim bu alemde biricik emelimiz var. O da Ümmet-i Muhammed'in evlatlarının kalplerine Fuyuzat-ı Muhammediye'yi aşılamaktır.“

"Biz Onu Çoban Abdullah'a Verdik"„
Bâyezîd-i Bestâmî (kuddise sırruh) hazretlerinden, birisi kerâmet talebinde bulundu. Hazret-i Şeyh:
• Biz onu çoban Abdullah'a verdik. Git, sana göstersin, dedi ve gönderdi.
O adam, kerâmet talebiyle çobanın yanına geldiğinde, elindeki çomağı kırıp, sağına-soluna diken çoban, çomaklardan zuhûra gelen üzümleri göstererek:
• Şu sağımdaki beyaz üzüm benim amelim... Şu solumdaki siyah üzüm de senin amelinin iktizâsıdır, dedi.
Sonra adam, sürü etrafında dolaşan ve koyunlara ziyan vermeyen kurtlara bakarak:
• Kurtla koyun ne zaman barıştı? diye sorunca, Abdullâh-i Râî hazretleri şu düşündürücü cevabı vermiştir:
• Allah ile çobanın barıştığı zaman..."

Bu Dünyanın En Bahtiyar İnsanları

"Sizi tebrik ederim çocuklar. Akranlarınız şehvete esir olup nefis ve heva peşinde başıboş dolaşırken, sizler Hazret-i Mevla'nın zatının nuru ile alakadar ve sıfatının eseri olan ilm-i Kur'an ile meşgul oluyorsunuz. Burada öğrendiklerinizle ümmet-i Muhammed'in evladını bataklıktan kurtarmağa hazırlanıyorsunuz. Bu ne yüce bir vazifedir...
Yemin ederim çocuklar, sizler bu dünyanın en bahtiyar insanları ve hatemi's-saade bahçesinin fidanlarısınız. Hepiniz ümmet-i Muhammed'e yadigar olsun."

Büyüklerin Ölümü"
Âriflerin ölümüne üzülmeyin o gâfillerin gözünden kaybolmak içindir.
Gâfil olmamaya gayret edin. Vazifede gevşek olanların kulakları Âlem-i emir'den çekilir.
Meyve veren ağaca kuru denilmediği gibi, eseri devam eden zevâta da ölü denmez.
Yılanın gömlek bıraktığı gibi, asıl olan cesed değil ruhtur.“



Cimrileri Cömertliğe Alıştırmak

"İnsanın sahâvet (cömertlik) damarlarında tutukluk vardır. Onun açılması için; vereceğimiz zekât, fitre ve benzeri hayırları bahîl (cimri) olan kimselere teslim ederek;
• "Şunu filan müesseseye yahut filan kimseye veriver" derseniz, o da vermeye alışır.
Bu suretle hem sizin verdiğiniz makbul olur, hem de vermeye teşvik ettiğiniz için ecir alırsınız.
Bir adam, kendi cimri olduğu halde, hem teşvik istemez, hem de gayrın ihsânına tahammül edemezse, o zaman doğrudan cennete giremez.
Kendi yapmıyor, lâkin teşvik ediyorsa, o kimse müstesnâdır."

Din İlminde İhmal

"Hiçbir zaman, his ve tecrübeden ibaret olan ulûm-i müsbeteyi, ulûm-i ilâhî üzerine tercih etmeyin. Sizler, Allah'ın memuru, peygamberin memuru, din-i mübinin memuru, kitabullahın memuru, füyüzât-ı ilâhîyi tevzi memurlarısınız.
Allah'ın zâtını, sıfâtını, peygamberin sünnetlerini, dînin, şer'i şerifin hükümlerini, Allah'ın kitabını bilmeyenlere kitabullahı öğretip, kalblerine feyz-i ilâhî aşılamakla memursunuz. Vazifeniz, batağa düşmüş olan ümmeti bataktan kurtarmak. Gâye rızâ-i ilâhîdir. Buraya kadar getirdiğimiz emaneti ve kıyamete kadar devam edecek olan ulûm-i ilâhînin devamı, sizlerin uhdesindedir. Bu işi ihmal edip vazife yapmayanların, kıyamet günü on parmağım yakasında olacak.
Rütbesi yüce olan bu işin, mes'uliyeti de büyüktür.
Şimdi üç kişi olduğuna bakmayın; yarın 30, daha sonra yüzbinler olacak. Bu asırda ilim bizim elimizden intişar edecek. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın takdiri, peygamberân-ı izâm ve evliyâ-i kirâmın kararlarıdır."


Standart süleyman hilmi tunahan (ks) dan nasihatler

• Allah kerimdir amma kuyusu da derindir. İp ve kova olmayınca su çıkmadığı gibi, nur ve feyz de çıkmaz.

• Atom'un arz üzerinde müddet-i te'siri elle sene olduğu gibi, decâcilenin bu ümmet üzerinde müddet-i fesâdı dahi elli senedir.

• Benim evlatlarıma Tarih öğrenmek farzdır.

• Benim evlatlarım, bildiğinin âlimi, bilmediklerinin tâlibidirler.

• Benim evlatlarımın her biri bir Süleyman'dır. Ben daha yüz sene yaşayacağım.

• Benim evlatlarım, Yusuf (a.s.) güzelliğindedir.

• Ben size "eceztü" dediğim zaman sizler alim olmadınız, ilmin anahtarlarını almış oldunuz. Bu aldığınız anahtarla Anadolu'ya gidecek, büyük büyük kitapları açacaksınız ve onun içindeki hakikatleri Ümmet-i Muhammed'in evladına anlatacaksınız.

• Ben şu denî dünyayı, evlâtlarımın kirli tırnağına değişmem.

• Bir meşaiyyun var, bir de işrakiyyun var. İşrakiyyun: Önce inanıyor, sonra hikmetini araştırıyor. Meşaiyyun bunun zıddıdır. Kainatı inceler Allah'ı bulur. Bizim sûfî mezhebimiz işrakiyyun üzerine kurulmuştur. Zahirilerle farkımız; biz cevizin içini, onlar kabuğunu yerler.

• Biz akla ve zekâya kıymet vermeyiz. Salıverdin mi evinin yolunu bulabilecek kadar aklı olsun kâfidir.

• Biz Cenab-ı Hakk'ın ahirette bize vereceği selahiyetle, mahşer halkına şöyle dürbünle bakacak, kimin bize bir merhabası, ilgisi, sevgisi, alakası, Allah yolunda bir hizmeti varsa hepsine şefaat edecegiz.

• Biz, terakkî anlarında çürükleri terkederiz. Asker de harekât ânında hastaları bırakır. Bununla beraber, nâdim olup dönenler, kabul olunur.

• Bize gelinceye kadar bütün piran, bu alemden giderken, kendilerinden sonra, kendileri gibi yetiştirdikleri birisini vazifelendirerek bu alemden gitmişlerdir. Yalnız bana mahsus olmak üzere ben bu alemden gittikten sonra benim tasarrufum daha 40 yıl devam edecektir.

• Bize şemsî tecellî verildi. Hangi yöne nazar ettiysem, orası ihyâ oldu.

• Bizim bu alemde bir tek işimiz var. O da yavrularımızın kalblerine Allah (c.c) ve peygamber (s.a.v) sevgisi ile iman ve İslam nurunu yerleştirmektir.

• Bu dinin garip anlarında hizmet gören, saltanatını sürmeden ölmez. Benim kardeşlerim fukara olmayacak.

• Bu dünyanın cefâsından sefâsına sıra gelmez, gâfil olmayın, ilme çalışın, geçen günler geri gelmez.

• Ders okuturken takıldığınız bir yer olursa, orada fazla durmayın. Nasıl ki etrafı kazılan bir ağaç kolayca devrilirse, evveli ve âhiri anlaşılan kitabın da ortasını anlamak kolaylaşır.

• Dışımız halk ile, içimiz Hak ile...

• Din asıl, dünya ve siyaset fer'idir. Dünya ve siyaset dinin inkişâfına alet olabilir. Fakat din, dünya menfaat ve siyasetine âlet olamaz. Âlet edenlere lanet vardır.

• Dinamitle su içinde ölen balıklar haramdır. Gayr-i merzuk olanları da mahvettiğinden bu işte hayır yoktur, hadiseler zuhur eder.

• Edep, akıl ve şeriata muvâfık hâl ve harekete denir.

• Ey İslâm Cemaatı! Biz hayatta olduğumuz müddetçe, Resûlullâh'ın eshâbına yalan isnadında ve iftirada bulunulabileceğini mi zannediyorsunuz? Böyle bir zanna kapılmayınız, çünkü biz hayattayız.

• Göz ve kan verip almakta mahzur yoktur. Zira aza-yı ârıziye olup, aza-yı asliyyeye tabidir. Yani, kötüye kullanılırsa mesuliyeti alan kimseye aittir.

• Her yerde birlik ve beraberlik lazımdır. Muvaffak olmak için her hususta ittifak etmeli ve dayanışmayı asla elden bırakmamalıdır. Çünkü Allah'ın nusreti, maddi ve manevi yardımı cemaat ile beraberdir. Toplu çalışanlar bunun semeresini kısa zamanda elde ederler.

• Hizmet muvaffak olsun da, varsın bizim yerimiz caminin pabuçluğu olsun.

• Hulûs-i kalble tahsil olunan ilim, ayn-ı ibâdettir.

• İlim, muhabbet, kâmil itikad ve havf isyâna mânidir.

• İlim, nûr-ı ilâhidir. İnsan ise kovan. Kirli bir kovanda arının durmadığı gibi, isyan ve zulmetle kirlenmiş vücud ve kalbde de ilim durmaz.

• İlim vukuata tabidir. Vukuat ilme tabi değildir. Ve herkesin işi kendi efal-i ihtiyarisine bağlıdır.

• İlmin farz-ı ayın olduğu bu günde, sekiz saatten aşağı ders okumak kâfî gelmeyecek.

• İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî es-Serhendî hazretleri, „Ben nefsin ne kadar büyük bir düşman olduğunu, ancak onyedi senede öğrenebildim“ buyurmuşlardır.

• İmansız ve zındıklaşmış din düşmanlarının aleyhinde konuşmak, gayret-i diniyyeden olduğu için gıybet değildir.

• İnsan bilmediğinin düşmanıdır. Nurdan haberi olmayan, ondan zevk almayan insan, nurun düşmanı olur.

• İnsan gibi, ilminde anâsırı erbaası vardır; ağızdan öğrenmek ve anlatmak, gözünden görmek, kulağından işitmek, eliyle yazmakla beraber, kalbiyle de feyz-i ilâhiyi çekecek.

• İnsanlarla iyi geçininiz. Kimseyi darıltmayınız. Günün birinde araba kaldırmaya olsun, yarar.

• İttika; iman ile küfürden, ibadet ile isyandan, füyüzat-ı ilahi ve rabıta ile de gafletten muhafaza etmek manasınadır.

• Kâinatı saran karanlığı kaldırma zamanı gelip de, ezelî hüküm icâbı ins ü cinnin nebîsi, Habîbü Rabbi'l-Âlemin Kur'ân-ı Kerim'le gönderilip âleme safâ verdiği gibi o Resûlullâh'ın hususî yaratılmış vârisleri de, ilâ yevmi'l-kıyam devam edecek olan dîn-i mübîni, binlerce belâya katlanarak yılmadan yürütecekler.

• Kalemsiz talebe, kurşunsuz avcıya benzer.

• Maşayı ateşe koyup çekmekle ısınmaz, beklerse ateş gibi olur, dersler de böyledir. Az okumaktan istifade o kadar olur.

• Meyve veren ağaca kuru denilmediği gibi, eseri devam eden zevata da ölü denmez.

• Râbıtaya ehil olmayanlara ilim öğretmek harâminin eline kılıç vermek gibidir. Fuyûzât-ı ilâhiden mahrum olduklarından öğrendikleri ilmi dünya menfaatine âlet ederler.

• Rütbesi yüce olan kimselerin, kendilerinde cemal sıfatı galip olduğundan kafir ve asilere helak değil, hidayet diler. Ehl-i küfrün kâffeten helak olup cehenneme gitmesinde fayda yoktur. Enbiya-yı mürselîn insanların hidayeti için gönderildiler, helakı için değil.

• Sahâbi: Resülullah (s.a.v)'in daire-i imkan ve daire-i emkine-i külliyenin tamamını kendi letaifinden nazar ederek, seyr-i sülûkunu bir anda itmâm ettiği kişi demektir.

• Sihir, insanın nefsindeki habâseti, başka bir habâsete bağlayarak, bir başkasına havâle etmektir.

Süleyman aleyhisselâm, „Yalnız başına bir orduyu mağlup etmek ne kadar zor ise, nefs-i emmâreyi mağlup etmek ondan daha zordur“ buyurdular.

• Tarîk-i Nakşî; rabıta yolu, enbiya ve mürselîn yolu, ârifler, kâmiller, sıddîklar yoludur. Tarîk-i müşahede ve tarîk-i şühuddur.

• Tırnağını şu dünyaya değişmediğimiz bir evlâdımız için, küre-i arzın altı üstüne gelse, bir şey lâzım gelmez.

• Varis-i Muhammedî ve sahib-i zamanın sonuncusu, sâdât-ı kiramdan olup bu devlet Türkiye'ye ihsan olunmuştur. İmam-ı Rabbanî (k.s.) Hindistan'da, Hz. Şah-ı Nakşibend ve Mevlana Siracüddin Buhara'da, son sahib-i zaman da Türkiye'de zuhur etmiştir. Cümlesi sâdâttan (altun silsileden) olup bu tarik-i âlinin yüceliğine şehadet eder. Irk ve milliyet gözetmeden Hindistan, Pakistan ve Buhara'dan emanet-i kübra, ilahi irade icabı Türkiye'ye intikal etmiştir.

• Yâ Rabbî! Dünyayı kalbime koyma, elimden de alma!
 
  Bugün 3 ziyaretçi (8 klik) kişi burdaydı!

 

Gerçek Mürşid

Muhammed Bahâüddin Şâh Nakşibend (k.s.) Hazretleri buyurdular:


"Biz ilk zamanlar kendimiz aranan, başkalarını da arayan sanırdık. Yanılmışız; şimdi o görüşümüzden dönüyoruz. Gerçek mürşid, Allahü Teâlâ'dır. O, kimin içinde, bu yola (dinin özüne) karşı bir istek bulursa bize yolluyor. Bize gelince de, nasibi neyse, bizim yolumuzdan ona kavuşuyor."



Hakiki Mürşid

"Ağaç nasıl ki, gövdesinden değil de meyvesinden iyi anlaşılırsa, mürşid-i kâmil olan kişiler de, gösterişli zâhir hallerinden değil, meyve ve mensuplarından yani yetiştirdikleri kimselerin güzel hallerinden anlaşılır. Ve bu sûretle kendilerine tâbi olmak, mânevî feyzinden her hususta istifâde etmek câiz ve sahih olur. Şöhreti arşa çıksa, hakîki mürşidin misâli, meyvesidir." (Ebu'l Faruk k.s.)

 

 
 

silsileisaadat.tr.gg

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol